10 Ekim 2019 Perşembe

KARAVANLA AVRUPA 25 , GÖL İLE BÜTÜNLEŞMİŞ TARİHİ KENT OHRİD!


    Sıcak bir ağustos gününde Ohrid'i gezmek! Zor ama bir o kadar da keyifli...
   Ohrid, Kuzey Makedonya'nın en önemli turizm kenti. Küçücük şehir sürekli turistlerle dolup-taşıyor. Fotoğraflarından bildiğimiz, göle inen yamaca yerleştirilmiş birbirinden şirin evleri gözle görmek çok farklı bir duygu... Tarihi dokusunu kaybetmemiş, hem osmanlı-müslüman, hem de hıristiyan dönemlerinin yapıları hala iç içe duruyor... Bu arada, okumakta, ya da anlamakta çok zorlandığımız Kiril alfabesinin doğduğu yer de Ohrid!
   Öncelikle bir kavram karmaşasına son verelim, göl ve kente kimileri OHRİ diyor, kimileri OHRİD. Biraz araştırınca öğrendim ki; Arnavutça da Ohri olan bu isim, Makedonca'da Ohrid. Şehir, artık Kuzey Makedonya'da olduğuna göre ben Ohrid demeyi tercih ediyorum.
   Ohrid, Avrupa'nın en eski ve en derin krater gölü! Suyu çok temiz. Bazı kaynaklar, gölün suyunun her 3 yılda bir tamamen yenilendiğini yazıyor!
   Şapkalarımızı, rahat spor ayakkabılarımızı hazırladık. Çantamıza gerekli malzemeleri, fotoğraf makinemizi koyduk. Kardeşim Mesut ile 1 gün önce yaptığım konuşmada, bir yıl önce Ohrid'i köşe bucak gezdiklerini, adımsayarda rekor kırdıklarını söylemişti!
   Konuşurken bunu tam algılayamadığımı, Ohrid'i gezmeye başlayınca fark ettik.
Tabii bu gezide öğrendiğimiz birçok ilginç şeyi de paylaşacağız sizinle!
   Sabah, önce tertemiz Ohrid gölünde yüzdük, ardından göl manzaralı kahvaltımızı yapıp, kamp yaptığımız yere bir taksi çağırdık. İki kişi otobüsle gitmek yerine, çok uygun fiyatlı olan taksi'yi tercih ettik. Taksi şoförü, -böyle turistik yerlerde sıklıkla karşılaşıldığı gibi- 6km'lik yolda bir çırpıda nereleri, nasıl gezmemiz gerektiğini anlatıverdi...Hazırlıklıydık ama bir taksiciden edinilen taze bilgiler her zaman değerli olurdu! Bizi Osmanlı hamamına en yakın noktada bıraktı, ayrılırken sanki eski bir dostla vedalaşır gibiydik...
    Hava çok sıcaktı, o yüzden gezimize saat 15 sularında başladık...
    Önce, çok tanıdık gelen Osmanlı çarşısını bir uçtan diğer uca gezdik.

   Bu caddede arada bir Türkçe konuşmalar duymak çok doğal! Çok sayıda Türkçe tabela da görüyorsunuz...



Hele bir de bayram tatiline denk gelince, Türkiye'den gelen tur grupları her yerde...


Ohrid'de 10 kadar cami var, sayısız da kilise! Sonra göl kıyısına indik. Bu arada  çiçeklerle bezenmiş, heykellerle estetik katılmış liman bölgesinde birkaç fotoğraf çektik.





    Spor Spikeri arkadaşım Gökhan Özer'in özenle tarif ettiği CHUN(Sandal) restoranı bulduk, akşam için rezervasyon yaptırdık. Liman tarafı çok hareketli, gezi teknelerinin biri geliyor, biri gidiyor!






   Sonra Anadolu mimarisini andıran, özellikle Kastamonu ve Safranbolu evlerine benzeyen Ohrid evlerinin arasında yürümeye başladık.

Ayasofya Kilisesi'ni ziyaret ettik. Yapıların her biri ayrı güzellikte, hepsinin manzarası muhteşem.



   Ayasofya'nın arkasındaki gölgeli merdivenlerde, tarihe bakarak şaraplarını yudumlayan bölge insanları ile selamlaşıp yolumuza devam ettik.



  Evlerin arasında dolaşırken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz.

Göl kıyısından başladığımız gezide daracık sokaklar arasından dolaşırken  bazen yukarı doğru çıkıyor, bazen inişlere denk geliyorsunuz.



Arada kafeler, pansiyonlar, restoranlar var.


 Sahilden, kuzeydeki plaja göl üzerine yapılmış ahşap yürüme yolu ile geçilebiliyor.



Tam yol bitti derken bir evin koridoru genişliğindeki yoldan yeni bir sokağa geçiş yapıyorsunuz. Oradan da burundaki Aziz Yuhanna kilisesine!




    Tabii bu kadarla kalmıyor. Evlerin arasındaki daracık yollardan yeniden yukarıya, göl manzarasının daha da güzelleştiği noktalara çıkıyorsunuz. Görüntüler öyle güzel ki, her açıdan fotoğraf çekmek istiyor insan...







   Tekrar döndüğümüz limanda merak ettiğimiz konulara cevaplar bulduk.       Bunlardan ilki Avrupa'nın ortasındaki bir krater gölünde nasıl olup da inci çıktığıydı? Cevap ise daha ilginçti; Gölde yaşayan bir tür balığın pulları ile midyelerin kabuklarından elde edilen sedef un haline getiriliyor. Bu karışım, sır olarak saklanan bir formülle "inci"ye dönüştürülüyor. Hatta iddiaya göre Ohrid'de sadece iki aile bu formüle sahip ve boşanma gibi bir durumda başkalarının eline geçebilir diye ailelerin gelinlerine bile formül verilmiyordu!
    Restorasyonda olan Ali Paşa Cami'nin yanından geçip müslüman lokantalarının yer aldığı mahalledeki Zeynel Abidin Paşa Cami'ni ziyaret ettik. Ardından Antik Tiyatro ve tarihi kent merkezine tırmandık.






 Döneminin en büyüklerinden biri olan antik tiyatro, şu anda konser ve gösteriler için kullanılıyor.


   Biz oradayken, akşam verilecek bir konser için hazırlıklar başlamıştı...



Antik Tiyatronun sağında, kentin en yüksek noktasında Çar Samuel Kalesi, solunda ise Meryem ana kilisesi var.











 En yüksek noktadan hem kente, hem de göle hakim!




Yavaş yavaş hava kararırken gölün görüntüsü daha da güzelleşiyor...


   Daracık sokaklardan, yavaş yavaş limana indik ve Chun restorana gittik. Çok acıkmıştık. Figen, gölün balıklarından, ben ise çömlek kebabı sipariş ettim.

   Bu arada çok merak ettiğimiz ikinci sorunun cevabını bulduk; konu, gölden çıktığı ve çok lezzetli olduğu söylenen yılan balığı idi! Bir arkadaşımız ısrarla,  bu balıktan yememizi önermişti. "Sandal" lokantasında sorduğumuzda, bunun bir balık değil, bildiğimiz su yılanı olduğunu ve her zaman bulunmadığını öğrendik.





    Makedonya'ya özgü kırmızı şarap eşliğinde yemeklerimizi beklerken, alt kattan çok kaliteli canlı müzik sesi gelmeye başlamıştı, o kadar iyiydi ki bir ara garsona duyduğumuz müziğin canlı olup olmadığını sormak zorunda kaldım.


   Ay ışığında, kara bıyıklı kedicik eşliğinde yorgunluğumuzu romantik bir akşam yemeği ile attık.




Avrupa turumuzun en güzel gecelerinden birini Ohrid'de yaşadık.
   Her ne kadar yorulmuş olsak da, taksi ile dönmek yerine hem yediklerimizi sindirmek, hem de sahildeki yürüyüş yolunu görmek için 5 kilometre daha yürümeyi tercih ettik... Döndüğümüzde mobil telefonumuzun adımsayarı 18500 adımı gösteriyordu!


   Çok yorgunduk ama Ohrid'i karış karış gezmiş olmanın hazzıyla geceyi geçirdik. Ertesi gün yine yollar bizi bekliyordu. Önce Ulu önder Atatürk'ün eğitim gördüğü askeri lise'yi görmek için Manastır'a, ardından Üsküp'e gidecektik!

Not ; Bundan böyle yazılarımı ve paylaşımları www.karavanhayat.com adresinden takip edebilirsiniz

12.08.2019
GÜVEN GÖKTAŞ
SPOR SPİKERİ
SPORTS COMMENTATOR
guvengoktas@gmail.com

9 Ekim 2019 Çarşamba

KARAVANLA AVRUPA 24 OHRİ'YE GİDİŞ GORİÇA BEACH

    Güzelim Butrint Milli Parkı ve Ksamil Karavan kampından ayrılma vakti gelmişti. Arnavutluk'ta güneye indiğimiz sahil yolunun zorlukları nedeniyle farklı bir rotayla dönmeye karar vermiştik. Biraz daha içeriden, biraz daha az virajlı yollarla Ohri'ye gidecektik. Navigasyon 366 kilometrelik yolu 6 saatte alacağımızı öngörüyordu! Yani, yine ortalama hızımız saatte 61 km civarında olacaktı. Yani, yine zor yollar ve macera bizi bekliyordu...
    İyi ki Ksamil'de enerji depolamıştık...  Yine bakımsız dar yollar, virajlar, virajlar... Şunu da unutmadan söylemeliyim, Arnavutluk için "El değmemiş" ülke demiştim ya, bir de "Berrak Sular Ülkesi" demem gerekliydi. Sanırım suları henüz kirlenmeye fırsat bulamadığı için dereler, göller pırıl pırıl!
    Sabah ilk 45 kilometresi, dağlarda çıkışlı-inişli zor bir yolu bir saatten biraz fazla bir zamanda kat ettik. Yol üzerinde "Blue eye" yani mavi göz dedikleri, bir doğa harikası var. Yoldan 1 km kadar içerde, sol tarafta. Mutlaka görmelisiniz; mavi göz'ü andıran bir kaynaktan bir nehrin doğuşunu izliyorsunuz!
    El değmemiş Arnavutluk'un güzel manzaraları ve 'trafik magandaları' eşliğinde öğleden sonraya kadar dura kalka yol aldık. İki yerde yol yapımı nedeniyle zaman kaybettik. İkincisi Tepedelenli Ali Paşa'nın doğum yeri olan, otantik yapısını koruyan Tepelene şehriydi...
    Durres ve Tiran'a yaklaşıp, rotamızı doğuya Elbasan'a çevirdik. Elbasan tava yeme hayali ile giderken yol kenarında, yanından Shkumbin nehrinin geçtiği küçük salaş bir lokanta gördük. Açlık sınırımızı zorlamaya başladığımız anda, önünde yüksek ağaçları ve gölgesi ile de bize daha çekici gelmişti burası. Cebimizde 1150 lek civarı(60TL) bir para kalmıştı. Lokanta'da kredi kartı geçerli değildi. Yemek listesine bakarak, paramıza göre bir sipariş verdik. Ne kadar paramız kaldığını da söyledik! Önce, Türkiye'den alıştığımız lezzette bir pilav geldi. Üzerine küçücük bir parça et konmuş, et suyu ile daha da leziz olmuştu!
            
    Güzel bir de çoban salata... Patates kızartması, tavaya gösterilip! gelmişti... Geri götürüp, biraz daha pişmesi gerektiğini ocağı göstererek anlatabildim... Masaya gelenlerle doyup, tam kalkmak üzereyken, yeni kızarmış olan patatesimiz ve kocaman birer biftek geldi! Et öyle lezzetliydi ki, neredeyse doymuş olmamıza rağmen dayanamayıp yedik! Patatesi ise paket yaptırdık. Hesap, tahmin ettiğimizden biraz fazla gelmişti. Elimizdeki bütün parayı verip, haklarını helal etmelerini söyledik ;) gülümseyerek bizi uğurladılar.
    Bazen, hiç beklenmedik yerlerde muhteşem lezzetlerle karşılaşabiliyorsunuz. Arnavutluk'tan yemek konusunda genellikle olumlu izlenimler edinmiştik...
   Osmanlı izleri de taşıyan, Elbasan Tava'sıyla ünlü sanayi şehrini geçtikten sonra yavaş yavaş virajları artan ve yükselen bir yol bizi sınır noktasına taşıdı. Sınırdan önce ,yüksek bir tepeden Ohri gölünün güzel manzarası ile karşı karşıyaydık. Arnavutluk- Kuzey Makedonya sınırının bir kısmı gölün ortasından geçiyor. Gölün hemen hemen üçte ikisi Kuzey Makedonya'ya ait...
   Sınırda yine az araç olmasına rağmen, uzun süre bekletildik! Makedonya tarafına geçince yollar, yine ülkeler arasındaki farkı göstermeye başladı. Çok bozuk olan asfalt, Ohri'ye yaklaştıkça düzelmeye başladı! Kentin çevresinde de hummalı bir yol yapım çalışması vardı.
   Ohri kent merkezinin 5 kilometre güneyinde, Goriça Beach'te yer alan Kamper Stop "K'J Divono" da kalmaya karar vermiştik. Kamping'in girişini ararken, 16-17 yaşlarındaki Andre koşarak geldi ve yerleşmemize yardım etti.





   Göl manzaralı, koca çamların altında bol gölgelikli ve çim zeminli Kamper Stop çok şirindi. Sahil kalabalıktı. Andre'nin ikram ettiği soğuk bira, göl ve tarihi Ohri kent manzarası çok güzeldi.







     Sahildeki küçük restoranda kızlı-erkekli gençler çalışıyordu ve hepsi hayatlarından memnun görünüyordu.
     Kuzey Makedonya'nın denize kıyısı olmadığından Ohri gölünün pırıl pırıl sularında serinlemek, bölge halkı için büyük bir nimetti.




    Biz de gider gitmez gölde yüzerek günün yorgunluğunu attık. Kamper Stop'un 2'şer tane duş ve tuvaleti vardı. Talebi karşılayamıyordu ama temiz olması önemliydi. Duş suyu ise bir anda kaynar dereceye ulaşıp, bir anda buz kesiyordu!

 

  
     Kaldığımız tesisin lokantasında, leziz bir akşam yemeğinin ardından, sahilde yeni yapılmış yaya yolunda güzel bir akşam yürüyüşü ile günü tamamladık. 
     Güneşin doğduğu taraf Kuzey Makedonya, battığı taraf ise Arnavutluk' a ait!
    Yine enerji toplamamız gerekiyordu çünkü sonraki günü Ohri'yi köşe bucak gezmeye ayırmıştık...
   Sonraki güne, uykumuzu alıp, göl manzaralı, Arnavutluk'tan getirdiğimiz patates kızartmasının üzerine kırılan Makedonya yumurtalı güzel bir kahvaltı ile başlayacaktık!


Not ; Bundan böyle yazılarımı ve paylaşımları www.karavanhayat.com adresinden takip edebilirsiniz
11.08.2019
GÜVEN GÖKTAŞ
SPOR SPİKERİ
SPORTS COMMENTATOR
guvengoktas@gmail.com