30 Ekim 2012 Salı

Cumhuriyet Bayramı-Gözyaşlarım...

    Yanlış anlamayın sakın! Gözyaşlarım, o yoğun, ölüyormuşum duygusunu yaşatan 'biber gazı'ndan çok önceydi... Ulus Meydanına gidebilmek çok zor olmuştu, öte yanda Hipodrom'daki "Legal" tören için düzenlenen trafik, bir taraftan Ulus'a ulaşmak isteyen binlerce kişiyi zorluyordu. Ama, engeller aşılmak içindi ve öyle de oldu. 
    41 yıllık arkadaşım, kan kardeşim Murat ile Rüzgarlı Sokakta buluşup birlikte yürüdük meydana doğru. Biz yukarı çıkarken, aşağı doğru yürüyenleri gördük ve bir anlam veremedik önce... Meydana ulaşıp, ellerinde bayraklar, genci-yaşlısı binlerce Aydınlık yüzlü insanla karşılaşmak çok özel duygular yaşattı bana. Özellikle kadınlar ve genç kızların coşku ile Cumhuriyetimize sahip çıkışına şahit olunca, gözlerim doldu doldu taştı !
    Ekim ayı bitmek üzere iken Ankara'da böyle güneşli ve ılık hava zor görülürdü. Şanslıydık bu anlamda! Ve herkes ellerinde Türk Bayrakları, Atatürk posterleri, barikatların kaldırılmasını umutla bekliyordu. Eski Büyük Millet Meclisi'nden, Anıtkabire hep birlikte Cumhuriyet "Bayramı" Coşkusu ile yürümeyi hedefliyorlardı... Umut vardı, sabırsızlık ve taşkınlık yoktu !
     Çoğunluğu kırmızı ya da beyaz giymeyi tercih etmişti. Orta halli ailelerden oldukları temiz ama iddialı olmayan giyim tarzlarından belliydi. Ellerindeki Türk Bayrakları dışında hiç organize değillerdi, birlikte gelen gençlerin oluşturduğu birkaç küçük grup dışında. Sadece Atatürk ve Silah Arkadaşları'nın kurduğu Laik Cumhuriyet'in geleceğine dair hissettikleri ortak endişeler nedeniyle bir aradaydılar. Bu her hallerinden belliydi , belki de ilk kez böyle bir eylemin parçası oluyorlardı. Çoluk çocuk, hep birlikte oraya gelmeleri için başka bir neden yoktu.
    Bu güzel ve havada ,arada bir yayılan biber gazı kokusu, küçük hapşırıklara - duygusallıktan yaşarmış gözlerimizden birkaç damla dökülmesine de sebep olmuştu... 
   Böyle bir ortamda birdenbire halkın üzerine tazyikli su sıkılmaya başlandı... Buna anlam verememiştik ki, sudan kaçmaya çalışan insanların arkasından çok yoğun bir biber gazı bulutu da gönderildi. Kaçmaya çalışan ,kaçamayan, olduğu yere yığılan ,çığlıklar atanlar... Bir anda Bayram Coşkusu, savaş korkusuna dönüşmüştü...
   Gazın etkisi ile ölüme yaklaştığımı hissettim, Murat'ın arkasından yakasını kavradım ve yere düşmemeye çalıştım. Bu kez gözlerimizden yaşlar akmıyor fışkırıyordu, yüzümdeki çizgilerin içi bile acıyordu. 40-50 metre sonra Biber gazının etkisi azalmaya başlayınca, rahat olmasa da "Nefes" almaya başladık. Birkaç dakika önce alanda olanları düşündüm, o çocuklar ,anne- babalar,  yaşlılar neler yaşamıştı !
    Böyle bir etkinin tepkisi de kaçınılmazdı... Biber gazı'nın etkisinden kurtulmayı başaranlar bu kez ,gergin bir halde meydana doğru yürümeye başladılar ve büyük sürprizle karşılaştılar : Barikatlar açılmış 29 Ekim yürüyüşü başlamıştı... Zaten tüm engellemelere karşın yola çıkan Ankaralılar caddeleri doldurmuş ,Kırmızı-Beyaza boyamıştı... Birkaç dakika sonra  kortejin bir ucu eski mecliste, öteki ucu Tandoğan Meydanında Anıtkabirin girişindeydi. 
















    İşte asıl gözleri yaşartan bu manzara, bu insan seliydi... Umudun her zaman var olduğunu gösteriyordu bana ve bir yandan yürürken bir yandan çocukluğumdaki 29 Ekim bayramları geldi aklıma, hele fener alayları!
     Ne güzeldi! Dilerim bu 29 Ekim'de olayların içinde kalan çocuklar gelecekte Bayramı, bizim geçmişte kutladığımız gibi kutlarlar ! 
    Cumhuriyet Coşkusuyla !



    
   

28 Temmuz 2012 Cumartesi

OLİMPİYAT'I SEVİYORUM !

OLİMPİYAT'I SEVİYORUM !

        Londra 2012'nin "Görkemli-Masalsı" açılış törenini genel olarak beğendim, Çocuklara ,Gençliğe , Sağlığa , Doğaya verilen değerin vurgulanması ,bugün anlatılırken, geçmişin unutulmaması yerindeydi. 
        Sanayi devrimine geçiş biraz hızlı oldu sanki ! Dev bacalardan çıkan dumanlar, bir de silindir şapkalı 'mühendis' lerin olduğu bölüm biraz gereksiz uzun gibiydi, ve tempoyu düşürdü...
        Müzik seçimleri gerçekten çok başarılı ve zevkliydi . Belki de Bizim kuşak ile gençleri birbirine bağlayan eserlerin titizlikle seçilmiş olması ve yerli yerinde çalınması böyle düşünmemi sağladı...Bu arada Rod Steavart ve Duran Duran unutuldu mu, yoksa ben mi atladım bilemiyorum ! 

       Estetik ve görsel şölen,Mr.Bean , Bond ve Kraliçe 'nin Helikopterle gelişi ve Paraşüt espirileri hoştu... Uzaya gönderilen Olimpiyat Halkaları, Ülkelerin geçişi sırasında Meşale 'yi oluşturacak parçaların taşınması (Doğru tahmine çok çok yaklaştım kendimi kutladım dün gece :) 
       İngiliz aile yaşamını kökeninden bugüne getirerek naif bir şekilde yansıtmak , gençlerin "AŞK" hikayesi (her ne kadar telefonunu düşüren kızı, delikanlının telefonla araması biraz "Mantık" sorunu yaratsa da) keyifliydi...
       Ben de Paul Mc Cartney'e milyonlarca kişinin yaptığını tahmin ettiğim gibi "Hey Jude" da eşlik ederek geceyi noktaladım...
       Bundan önce görev aldığım 5 olimpiyat 'tan SYDNEY 2000' i her zaman ayrı bir yere koyarım, nedenini bilmemekle birlikte ! Sydney, Atina ve Pekin'de hem açılış hem de kapanış törenini anlatmak gibi büyük bir şansım oldu. 
       Ve bana göre Törenlerde ve sıcak kanlılıkta hala SYDNEY 1 numara ! Pekin ve Londra ise tarz farklı da olsa çekicilik anlamında birbirine çok yakındı... Yıllar geçtikçe Olimpiyat Oyunlarının değeri ve izlenirliğinin artışını düşününce SYDNEY'in büyük iş başardığını da söylemek zorundayım..
       Bir kez daha anladım ki; Olimpiyat'ı seviyorum !

8 Ocak 2012 Pazar

Bir spor öyküsü yazılıyor!... Ankaragücü...

   Ankaragücü için uzun zamandır bir şeyler yazmam gerektiğini düşünüyordum... Bugün zorunlu kaldım !...
   Bugün, maç öncesinde koşullar özellikle Beşiktaş için çok çok iyiydi... İki gündür fırtına şeklinde esen rüzgar durmuş, hava sıcaklığı ise kışın bu zamanı için hiç Ankara Havası gibi değil ; sıfırın üstünde !
    Saha da kış koşullarına göre gayet uygun... 
    Rakip, iç çalkantılar, ekonomik sıkıntılar yüzünden çok güç kaybetmiş. Ama "RUH KAZANMIŞ" ...
   Fiziki koşulların hepsi Beşiktaş lehine ! Ve maça da o havayla başlıyor Siyah- Beyazlı ekip... Hissediyorsunuz "nasılsa kazanırım bu maçı" havasında olduklarını...
   İşte böyle başladı maç, bir yanda milyon Avro'larla değeri belirlenen, Şampiyonluk Parolasıyla yola çıkmış "KARA KARTAL", öte yanda Ligde kalması mucizelere kalmış ankara"GÜCÜ" ... Güç ise gençlerden geliyor...
    Savunma oynayacağı aşikar olan Başkent ekibi, rakibini oynatmamak için canını dişine taktı ve hedefe ulaştı... Herkes "Beşiktaş Kötü oynadı, Ankara'da puan kaybetti" diyor, siyah-beyazlıları eleştiriyor ama, kimse "Ankaragücü iyi savunma yaptı, rakibine fırsat vermedi" demiyor...
    İlk yarı boyunca benim gördüğüm en güzel hareketler  29'uncu dakikada gelişen Ankaragücü ani atağında Turgut Doğan Şahin'in sol çaprazdan , sağ ayağının içiyle yaptığı "Nefis" vuruş ve Beşiktaş'ın genç kalecisi Cenk'in Soluna uzanarak doksana giden topu Kornere çelişiydi... Biraz daha ileri gidip , maçın en güzel hareketleri bunlardı da diyebilirim...
   Çünkü ikinci yarıda fazlı bir şey değişmedi, Beşiktaş oyunu biraz daha fazla rakip yarı alanda oynadı. Ankaragücü kalesine daha fazla gol girişiminde bulundu. Ancak hepsi "girişim" de kaldı. Kara Kartal'ın kesinlikle son vuruşları daha etkili olan bir forvete ihtiyacı var... Mustafa Pektemek bu iş için uygun bir oyuncu ama tek başına değil... Ve bu maçtaki gibi Almeida 'nın arkasındaki üçlüden biri olmamalı Mustafa !
   Edu ve Almeida gibi futbolculara gösterilen sabır, Türk oyunculara da gösterilmeli... 
    Ankaragücü ise geçen hafta İddaa listesinden çıkarılmasına rağmen aldığı galibiyetle verdiği dersin devamını getirerek güç kaybetse de "RUH" kazandığını kanıtladı. Dileğim bu ruhla devam edecek gençlerin yeni sürprizlere imza atması ve Türk Futbolu adına güzel Spor Öyküleri üretmeleri...