28 Eylül 2019 Cumartesi

KARAVANLA AVRUPA 22 ARNAVUTLUK,JALE BEACH- KSAMİL YOLU!

    Seyahat etmemizin belki de en önemli nedenleri; güzel sürprizlerle karşılaşmayı ummak ve bilinmeyene duyulan özlem... 
   Ksamil'e giderken beklentilerimiz çoktu. Çoğu da karşılandı! 
   Kamping Jale'den Ksamil Karavan Kampına ulaşmak için 76 kilometrelik bir yolu katetmemiz gerekiyordu. Türkiye'de bu yolu 1 saat civarında, İtalya'da 50 dakikada alabilirdik. Arnavutluk şartlarında ise navigasyonun belirlediği süre, 1 saat 50 dakikaydı! Anlaşılan yine "macera bizi bekliyordu"!


 Trafik yoğun değildi ama yollar zaten zorluydu. Manzaralar muhteşemdi.

   Bu kısacık yolda da navigasyonun azizliğine uğradık; Himare'den geçerken, yol sahilden geçiyor görünüyordu ama sahile indikçe daralan yol deniz kıyısında bitti. Sağa-sola park etmiş araçlar yüzünden Karavanımızı geri geri çıkarmak çok zor oldu! Yöre halkına sora sora, Himare kasabasının çevresinden dolaşarak yolumuza devam ettik...

   Virajlı dağ yolları bazen o kadar daralıyordu ki, 2 otomobil yan yana geçemiyordu! Yerel yönetim buna ilginç bir çözüm bulmuş; yol daralırken karşınıza bir trafik ışığı çıkıyor. Önce anlam veremiyorsunuz, ama yeşilde geçip yolun ilerisinde sıralanmış araçları görünce durumu anlıyorsunuz... Ardından, turkuaz bir sahilde, denizaltı sığınağı dikkatinizi çekiyor. Bu sığınaklar, soğuk savaş yıllarında yapılmış!



Onu da geçiyorsunuz, adı italya'yı çağrıştıran bir yarımada önünüzde; "Porto Palermo" ve Ali Paşa'nın yaptırdığı Kale...

   Tepedelenli Ali Paşa, Arnavutluk için simge isimlerden biri... Osmanlı döneminde vezir rütbesi almış. Osmanlı'ya önce çok faydası dokunmuş, sonra "erk" elinde olunca isyan bayrağını çekmiş! "Tepedelenli" Ali paşa denilmesinin sebebi ise Arnavutluk'un Tepelena şehrinde doğmuş olmasıymış. Ayrıca, Osmanlı hazinesine geçmeden önce, Kaşıkçı Elması'nın sahibi yine Tepedelenli Ali Paşa'ymış...
    Porto Palermo'dan sonra, yine güzel görüntülerle Arnavutluğun en uzun sahili Borsh Beach'i geçtik.



    Butrint Milli Parkında yer alan çok güzel bir sahil kasabası; Ksamil'e ulaştık. Ksamil Kamping burnumuzun dibindeyken, navigasyon yine bizi çevreden dolaştırıp, sahilde çıkmaz sokağa götürdü. 

    Neyse ki artık "çeliklenmiştik" eşim Figen'in cansiperane yardımları ile o daracık sahil yolundan çıkmayı başarıp hedefimize ulaştık.
   Ksamil Karavan kamping için kesinlikle ayrı bir bölüm açmamız gerekiyor. Bir aile, küçücük bir alanı bu kadar elverişli kullanabilir! Bir aile, konuklarını memnun etmek için ancak bu kadar çabalayabilir! Ve ancak bu kadar güler yüzlü-yumuşak mizaçlı olabilir...
   Kamping'e vardığımızda, yer kalmadığını düşünerek üzülmüştük. Aleksandr, bizi karşıladıktan sonra, yarım saat beklememiz halinde bir yer ayarlayacaklarını söyledi. Önce ana binanın üst katında, yapay çim ve hasır gölgeliklerle yaptıkları deniz manzaralı çadır kampingine çıktık. 
   Sohbet ederken, Linda 'nın getirdiği buzlu enfes filtre kahveyi yudumladık... Evin düz beton çatısında çadırcılar için öyle güzel bir mekan yaratmışlardı ki, anlatmak imkansız!

   Yarım saat sonra Alexandr, yerimizin hazır olduğunu söyledi. Kamping'in alt parselinde, gölgesiz ama püfür püfür esen,deniz manzaralı bir köşe bizi bekliyordu!









07.08.2019

GÜVEN GÖKTAŞ
SPOR SPİKERİ
SPORTS COMMENTATOR

22 Eylül 2019 Pazar

KARAVANLA AVRUPA 21 "EL DEĞMEMİŞ" ARNAVUTLUK!

    Sözcüklerle oynamayı severim.
   Arnavutluk için kullandığım "el değmemiş" sözünü her anlamda algılayabilirsiniz! Hem bakir, hem bakımsız hem de merak uyandıran...
   Arnavutluk'ta ilk hedefimiz, Dhermi Beach'teki Camp Paradise idi. Navigasyon, 206 kilometrelik mesafeye 3 saat 20 dakikalık bir süre öngörmüştü! Yani saatteki ortalama hızımız 61km olabiliyordu!
    İyice dinlenip, öğlene doğru yola çıktık. Yolun ilk bölümü gayet sakin ve eğlenceliydi. Yol kenarında, özellikle minicik mangallarında mısır közleyip satan çocuklar, seyyar satıcılar dikkatimizi çekmişti.
    Sınırdan sınıra geçince ülkeler arasındaki fark hemen anlaşılıyor. Hırvatistan'dan sonra Karadağ sanki bir geçiş ülkesiydi. Arnavutluk'ta ise yoksulluğun, gelir dağılımındaki adaletsizliğin çok daha fazla olduğu, ülkenin hala toparlanma - altyapıyı onarıp yenileme- dönemini yaşadığı hemen anlaşılıyor.

    Navigasyondaki yollardan genellikle gidemiyorduk, çünkü birçok bölgede yenileri yapılıyordu. Avlonya kentinin sahil şeridine kadar her şey yolundaydı. Bu arada, Arnavutluk trafiğinde ilginç bir uygulama var; otoyol gibi geniş ve düz yolda hızla giderken birdenbire hız düşürme tabelaları önünüze gelmeye başlıyor ve hızınızı 40 km/saate kadar düşürmeniz isteniyor.(Yavaşla fıkrasındaki gibi) Hatta bazı noktalarda kameralar var! Önce buna bir anlam veremiyorsunuz. Sonra anlıyorsunuz ki aslında orada minik yan yollar için yapılmış bir kavşak var! Yonca yaprağı ya da alt- üst geçit gibi bir çözüm yerine yan yollardan girip karşı yöne gidecek araçlara imkan sağlamak için böyle bir çözüm üretmişler. Sanırım imkanları artınca bu yollara trafiği kesmeyecek kavşaklar da yaparlar!
   İlk 150 kilometre geride kalırken, sahile yaklaşınca yol giderek daraldı, daraldı ve birdenbire, önceki gece yaşadığımız kabusa döndü! Gidiş-gelişli daracık yolda trafik neredeyse durmuştu...
   Son 50 kilometredeydik, tepemizdeki güneş fena yakıyordu ve ilerleyemiyorduk.

    O daracık yolda, bulduğu her boşluğa dalan trafik magandaları da cabası! Sağınızdan solunuzdan geçerek zaten kilitlenmiş trafiği daha da felç haline getirenleri gördükçe "biz nereye geldik?" demeden edemedik...
   Saatlerce metre metre ilerleyerek, gün ortasında trafiğin neden kilitlendiğini anladığımız noktaya ulaştık. Hatalı sollama sonucu kafa kafaya çarpışan iki araçtı bu durumun sebebi. Kaza yerini geçince trafik yavaş yavaş normale döndü ancak, yine çok vakit kaybetmiştik. Arnavutluk'taki trafik keşmekeşi neredeyse iki günümüze mal olmuştu.
   Çok az yolumuz kalmıştı ve önümüzde bir de zorlu tırmanma etabı vardı. Virajlı yolları severim, ancak yollarda fay kırılması gibi durumlar varsa, işler değişiyor. Zaten virajlarla uğraşırken bir anda kaldırıma çarparcasına bir yükseltiye girmek ya da tam tersine; neredeyse 30 santimetrelik bir basamaktan düşmek gibi! Bu "el değmemiş" yollar gerçekten bizi yormuştu!
                   
   Dhermi'ye, öğleden sonra ulaşabildik ve Camp Paradise'ta yer kalmamıştı. Kısa süreli alternatif arayışından sonra Jale Beach'e gitmeye karar verdik. Mesafe 16 kilometreydi ama yine bol bol viraj bizi bekliyordu! Yaklaşık 40 dakika sonra, akşam üstü Camper Camping Jale'ye varabildik.
                

                
     Yine küçük, şirin ve temiz bir  kampingdi... İsminin, Türk asıllı dedesi İbrahim'den geldiğini söyleyen, Blerim adında bir genç işletiyor kampingi. Kelimenin tam anlamıyla denize sıfırdı! Biz de Kamper'imizi "sahile en yakın" park yerine yerleştirdik.
                   
     Manzara muhteşemdi, ama henüz başımıza geleceklerden haberimiz yoktu!
Çok acıkmıştık, Blerim bize sahilde yerel yemekler yapan bir lokantayı tavsiye etmişti. Orada manzaralı, güzel bir yemek yedik.

    Arnavutluk mutfağı gerçekten leziz. Fiyatlar da makul. Hatta 1 yıl önceki döviz kurları ile yemek fiyatları bizim için çok daha uygunmuş, sanırım seneye daha pahalı gelecek...
                             
   Yemek sonrası sahilde bir keşif yürüyüşü, dinlenme ve gün batımında sessizleşen plajdan Arnavutluk sahillerinde ilk denize giriş!
                         

                        
    Jale'yi çok sevdik. Minicik bir sahil köyü gibiydi. Kamping çoğu italyan, birçok ülkeden karavancıyla doluydu.
                     

                   
     Denizi de Arnavutluk gibi "el değmemiş"ti; su altında pet şişeler, ambalaj artıkları, plaj şemsiyesi, patlamış plastik simit, batmış su bisikleti gibi orada olmaması gereken birçok şey gördüm şnorkelle yüzerken! Ve turkuaz rengi bu güzelim denize, -aynı benim ülkemdeki gibi- büyük haksızlık ettiklerini düşündüm...
                   

                   
   Arnavutluk'taki ilk iki günümüzde, özellikle yollardaki zorluklar bizi çok yormuştu, bu yüzden Jale Beach'te 3-4 gece kalıp, dinlenmek istiyorduk. Ama hava kararınca, acı gerçek ile karşı karşıya, hatta yan yana kaldık! Hemen 20-30 metre ötemizdeki cafe-bar'dan yükselen gürültü ile sohbetimiz yarıda kaldı.
                   
    Müzik diyeceğim ama gerçek sanatçılara haksızlık olacak. Bu kuşak farkı da değil, yeni nesilden çok beğendiğimiz müzisyenler var çünkü! Aşırı yükses ses, dayanılır gibi değildi! Bu yüzden çok sevdiğimiz Jale Beach'te sadece 2 gece kalabildik! 2 Geceliğine 26 Avro ödedik, bir de çamaşır makinesi kullanma ücreti 3 avro...
                 
   Durumu kampingi işleten Blerim'e anlattığımızda, üzüntüsünü belirtti ve birçok müşterisinin bu yüzden kampingi bizim gibi erken terk ettiğini söyledi. Arnavutluk'ta bu "ses kirliliğine" gece 24.00'e kadar izin veriliyormuş. Blerim de resmi yollardan çözüm bulamamış, bu yüzden Cafe Bar'ın işletmecisiyle kavga bile etmiş ama sonuç nafile! Yine de Jale Beach görülmeli ve Jale kampingde-sahil tarafında olmamak kaydı ile- kalınmalı. Blerim, üç ay önce açtığı bu kamping'de yaşamı kolaylaştırmak için daha çok planları olduğunu söyledi, biz de ona inanıyoruz.
   Müzik kirliliği ve yolların zorluğu yüzünden yeni bir plan yaptık. O saçma sapan yollara dönmemek için iyice güneye inip, Ksamil'de dinlenecek, sonra Arnavutluk'un orta kısmından kuzeye çıkıp, önce Ohri'ye sonra Manastır ve Üsküp'e geçecektik... Bu arada Ksamil Karavan Kamping için  özel bir bölüm açmak lazım. Alexandr(kendi deyimi ile iskender) ve eşi Linda bize küçücük bir yerde nasıl güzel bir işletmecilik yapılır? Konuklar nasıl mutlu edilir? sorularının cevaplarını en güzel şekilde verdi!

Not ; Bundan böyle yazılarımı ve paylaşımları www.karavanhayat.com adresinden takip edebilirsiniz

05/06.08.2019
GÜVEN GÖKTAŞ
SPOR SPİKERİ
SPORTS COMMENTATOR
 
 

17 Eylül 2019 Salı

KARAVANLA AVRUPA 20 DÖNÜŞ ROTASI... İLGİNÇ! ARNAVUTLUK'A GİRİŞ!...

    Plitvice'den kuzeye dönüş yolunun dar ve yoğun olması, planlarda değişiklik yapmamıza neden oldu. Belgrad yerine, güneybatıya yönelip, Dubrovnik yakınlarındaki Mlini'ye Kamping Kate'e gitmeye karar verdik.
Önce dar ama muhteşem manzaralı dağ yolları ile sonra, Zadar yakınlarından itibaren otobanla yolumuza devam ettik. Karavan için, bir günde ortalama 250-350 km ideal bir mesafe. Bunun üzerindeki yollar biraz yorucu olabiliyor. Mlini'ye ulaşmak için bir günde 470km yol yaptık! Ama bu yolları çok arayacağımızı sonra öğrenecektik...
   Dağ yollarında bal satanların sıklaştığı bir yerde hem bal almak, hem de bir kahve içmek için mola verdik. Aynı bizdeki mantık; bal, üretildiği yerde şehirden çok daha pahalıya satılıyor! (Ya da satılmaya çalışılıyor.) Çünkü böyle durumlarda almamayı tercih ediyorum. Kahve içtiğimiz restoranda 4-5 genç garson çalışıyordu. İki tanesinin Türkçe kelime dağarcığı oldukça genişti. Biraz sohbet edince sebebinin, bizim Tv dizileri olduğunu anladık. Hırvatistan'ı -ya da balkanları- osmanlı döneminde kültür olarak çok etkilediğimiz aşikar. Şimdi de diziler sayesinde bu etki devam ediyor! Enfes kahve, çat pat, ingilizce, türkçe sohbet ve yola devam...


   Sahile yaklaştıkça güzelleşen manzaralar eşliğinde, 4 yıl önceki adriyatik turumuzdaki anıları da yad ettik. Bu arada pek bilinmeyen, Bosna Hersek'in sahil şeridinden bahsetmek iyi olur. Split'ten sahil yolu ile Dubrovnik'e giderken birdenbire karşınıza bir sınır noktası geliyor! Bu Bosna Hersek'in Denizle buluştuğu tek nokta! Ülkenin kullanabildiği sahil şeridi, hepi topu 9 kilometre.
İKİ SİYAH ÇİZGİ ARASI, BOSNA HERSEK'İN TEK SAHİL ŞERİDİ!
    Bir anda Bosna Hersek'in Neum şehrine girip, farkına varamadan çıkış noktasına geliyorsunuz... Biz farkında olduğumuz için, mazot depomuzu Bosna topraklarında doldurduk ;)      Çünkü Hırvatistan'dan çok daha ucuzdu... x
    
   Öte yandan denizdeki durum çok dikkat çekiciydi. Anladığımız kadarı ile deniz yolu ile kaçak geçişleri engellemek için binlerce duba ve halat denize atılmıştı. Sanki heryerde balık üretme çiftlikleri kurulmuş sonra da bozulmuştu! Muhtemelen Bosna'nın tek yarım adası ve adası da bu 9 kilometrelik sahil sınırındaydı! Bu "farklı" deneyimin 70 kilometre sonrasında Dubrovnik vardı.



    Dubrovnik'ten geçip akşam üstü Mlini'ye ulaştık. Önceki yıl kardeşim Mesut, Mlini'de kalmış ve beğenmiş, sahildeki anıt çınar ağacından söz etmişti. Oraya gidip de Koca Çınar'ı görmemek olmazdı! Yorumlarda 150 basamak yazıyordu ama merdivenlerle 170 basamak inip sahile gittik. Mlini'nin tam ortasından minicik, pırıl pırıl bir dere denize akıyordu...Çok rüzgarlı ve dalgalı bir havada denize girdik. Dev koca çınarı görme şansını da yakaladık. Tabii dönüşte aynı merdivenler daha insafsızdı!

   Kate, küçük-şirin bir kamping. Hırvatistan'daki doğru turistik işletmecilik anlayışı burada da geçerli. Çalışanlar güleryüzlü, yardımsever, duş ve tuvaletler temiz ve yeterliydi. En çok aklımda kalanlardan biri de çeşme suyunun çok lezzetli olmasıydı! Ana yola yakın tarafı karavanlara, taraça sayılabilecek ve sahile en yakın bölüm çadırlara ayrılmıştı. Boş yer bulmak çok zordu!Yüksek sezonda gecelik 20 Avro ödedik.Hep birlikte hazırladığımız güzel bir akşam yemeğinin ardından, hoş sohbet ve uyku zamanı... Çünkü ertesi gün yine uzun ve maceralı bir yol bizi bekliyordu!
   Yine, 440 Kilometre gidip Arnavutluğun "el değmemiş" kıyılarından Dhermi'ye ulaşmayı planlamıştık. Ancak yine, evdeki hesap çarşıya uymayacaktı. Önce yolculuktan biraz bahsedelim;
   Navigasyonda 440 kilometre 8 saat olarak görünüyordu. Yani saatteki ortalama hız neredeyse 50 km'ydi. Önce buna pek anlam veremedik. Sonra yolları gördükçe, teknolojinin ne kadar isabetli hesap yaptığını bir kez daha anladık. Mlini'den yaklaşık 30 kilometre sonra Karadağ sınırına girdik. Bozuk ve dar bir yolla girdiğimiz sınırda tek gümrük polisi, kendine özgü hareketlerle hem gelen, hem de gidenleri kontrol ediyordu. Uzun bir beklemenin ardından Karadağ'a ulaştık. Kotor'da denizin, göl gibi olduğu sahilin manzaralarını ve o çok iyi korunmuş tarihi yapıları, tabii ki Kaleyi görüp yolumuza devam etmek istemiştik.





 Bu tercihimiz de yolculuğumuzu biraz uzatmıştı. Kotor körfezini karayolu ile geçip Budva'ya yöneldik.
    Acıkmıştık. İlk bulduğumuz restoranda durduk. İyi ki durmuşuz. Çoğu Türkçe bilen Kosovalı dostların işletmesiydi burası ve hem damak tadımıza uygun, hem de hesaplı bir yemek yeme şansı bulduk...
   Hala, uzun bir yol bizi bekliyordu.

 Budva'yı geçtikten sonra, Bar kentinin çevresinden dolaşıp sınıra yöneldik. Öyle ilginç bir rotaydı ki "anlatılmaz yaşanır" önce yolumuzu kaybettiğimizi düşündük ama, navigasyon doğru yolda olduğumuzu gösteriyordu! Mahalle aralarından geçen dar bir yolun ardından daracık köy yollarına girdik. İki aracın yan yana zor geçtiği heyecan seviyesi yüksek "yol"lardan geçtik!  En son, Camisinden Müslüman köyü olduğunu anladığımız bir yerleşimi görünce, sınıra ulaştık. Sınıra girmeden, düğün hazırlığı yapan bir grup dikkatimizi çekmişti. Sınırda, uzun bir bekleyişin ardından Arnavutluğa geçtik. Arnavutluk'taki ilk köy de bir müslüman köyüydü ve orada da düğün hazırlığı yapan insanlar vardı! Olur olmaz, aklımıza ilk gelen, iki müslüman köyü'ndeki olası akrabaların çocukları acaba sınır ötesi evlilik mi yapıyordu? sorusuydu...  Kafamızda bu sorularla Arnavutluk'a girmiştik. Yine bozulmamış doğa, güzel manzaralar eşliğinde yolumuza devam ettik. Köyler bitip şehire yaklaşınca farklılıklar dikkatimizi çekmeye başlamıştı. Sonraları Arnavutluk'a "gri mersedesler ülkesi" yakıştırması yaptım. Çünkü sık sık trafik kurallarını ihlal eden gri mersedesler sağımızdan solumuzdan bizi geçmeye başlamıştı. Önce aynı arabanın dönüp dönüp bizi geçtiğini düşünmüştüm! Ama gerçek hiç de öyle değildi. Her yer gri -aynı model- mersedeslerle doluydu. Ayrıca köşe başlarında satışa sunulan, son model lüks ve çok büyük araçlar da dikkatimizi çekmişti. (sonraki bir haftada bu görüntülerle sık sık karşılaşacaktık) Trafik kurallarının bizim ülkemizde sık sık ihlal edildiğini düşünürdük. Arnavutluğa girince anladık ki bizdeki trafik teröristi sayısı çok azmış! Aşırı hız yapanlar, sollama yasağını ihlal edenler, önündeki aracı bir sağından, bir solundan geçenler. Ne ararsan var!
    İşkodra'dan Durres ayrımına giderken, hayatımızın en ilginç otoyollarından birine girdik! Daracık yol birden genişledi, 4 şeritli otoban oldu, sonra o 4 şerit tıklım tıklım araçlarla doldu. Saatlerce metre metre ilerlerken, sağımızdan, solumuzdan geçenler,-polis araçlarının yanında emniyet şeridini ihlal edenler- ne ararsanız vardı. Hava kararmıştı ama biz ilerleyemiyorduk. Hedefe ulaşma şansımız kalmamıştı. Metre metre ilerleyen çakma otobandan, Durres yönündeki çıkışa ulaşabildiğimizde artık çok yorulmuş ve acıkmıştık. Görgün ailesiyle telsizimiz aracılığı ile konuşup, bulduğumuz ilk kampingde geceyi geçirme kararı aldık. Çok şanslıydık. "Otoyol" dan çıktıktan kısa bir süre sonra  oteli, yüzme havuzu, restorantı ve kampingi olan "Nordpark"  adlı tesise girdik.
 

    Dar alanda iyi düzenlenmiş kampinge park edip, restoranında güzel bir yemek yedik ve sonraki gün için enerji topladık. Çünkü buna ihtiyacımız olacaktı! Arnavutluk maceramız, tabii ki bununla kalmayacaktı...

04.08.2019
GÜVEN GÖKTAŞ
SPOR SPİKERİ
SPORTS COMMENTATOR

 

2 Eylül 2019 Pazartesi

KARAVANLA AVRUPA 19 PLİTVİCE; AVRUPA'DAKİ CENNET KÖŞESİ!

   Sıra geldi, Avrupa'nın "Cennet Köşesi", Hırvatistan'ın Adriyatik kıyılarından sonra en çok turist çeken yeri Plitvice'ye!

   Bazı şeylerin sözcüklerle anlatılması gerçekten zor. Plitvice de öyle! Hani bir mobil telefon şirketi reklamı vardı "Anlatmaya gerek yok görüyorsunuz" sözleri ile bir şelaleyi anlatıp sonra fenomen olan...
   O şelaleden sayısızının bir arada olduğunu düşünün. Muhteşem bir doğal ortamda, birbirine bağlantılı 16 gölün yer aldığı bir yer Plitvice!
    
   Kamp yaptığımız Camping Bear'dan, sabah 08.30'da bir minibüs bizi Plitvice'nin 1 Numaralı kapısına bıraktı, akşam 16'da dönmek üzere anlaştık. Minibüste 8 kişiydik, 6 kilometrelik yola kişi başı 40 Kuna,(yaklaşık 5 avro) ödedik. Sabahın erken saatinde bile gişeler kalabalıktı.  Yüksek sezonda, yani giriş ücretinin en pahalı olduğu dönemde(1 temmuz-31 ağustos arası) Plitvice'yi gezdik. Kişi başı 35 Avro (256 Kuna) ödedik. Bu dönem dışında 1 Nisan, 31 Ekim arası giriş ücreti 150 Kuna. Bu ücrete, büyük gölü boydan boya geçen 30 dakikalık elektrikli tekne turu, üçüncü istasyondan, 1 numaralı kapıya kadar sizi taşıyan panoramik tren, Milli parkın doğal ortamının korunması için katkı payı, tertemiz tuvaletler, 22 kilometreye kadar çıkabilen yürüyüş parkuru ve olası kazalara karşı sigorta dahil!

 
    


 
   
           Verilen hizmeti, doğayı koruyan, görüntüyü bozmayan yürüyüş parkurlarını, pırıl pırıl doğal ortamı görünce "helal olsun" dememek elde değil!




    Gişelerde ödemenizi yapar yapmaz, milli park haritası alabiliyorsunuz. Hediyelik eşya satış yerleri de var. Gezinize başlamadan önce kocaman bir tabela, sizlere yürüyüş parkurlarını sunuyor. 1 numaralı kapıdan, A rotası (3500metre 2-3 saat), B ( 4000metre 3-4 saat), C (8000metre 4-5 saat) ve K (18.300metre 6-8 saat) olmak üzere 4 seçenek sunuluyor. Kendine güvenen, sağlığı elverişli ve zamanı bol olanlar en zorlu olan K parkurunu seçebiliyor. Biz ikinci en zorlu parkur C'yi seçtik.
   Parkura yaptığımız eklemelerle Milli parkta 6 saatte, dinlenmeler, yeme-içme dahil 11 kilometre yürüdük! 2 Numaralı kapıdan giriş yaparsanız yine 3 ayrı parkur seçme şansınız var. Toplam, 7 farklı yürüyüş parkuru oluşturulmuş! Milli park gezi rotasında 2 kapı, 3 istasyon, 3 mini liman yer alıyor. İstasyonlarda yeme içme, tuvalet, dinlenme ihtiyaçlarınızı karşılayabiliyorsunuz.
    1 Numaralı kapıdan girişte yüksek bir noktadan "Büyük Şelale"yi görebiliyorsunuz.

Tabelalar o kadar muntazam yerleştirilmiş ki, seçtiğiniz harfin olduğu yolları takip ettiğinizde hiçbir zorluk çekmiyor, muhteşem doğa ile baş başa kalabiliyorsunuz.

    İniş-çıkışlarda olabildiğince merdiven yerine, uygun eyimli ahşap yollar tercih edilmiş. Fazla yorulmadan, yürüyüşün keyfini çıkarıyorsunuz. Ahşap yollar, doğa ile son derece uyumlu olduğu için estetik anlamda da hiç rahatsızlık vermiyor! 11 kilometrelik yürüyüş boyunca, 1 tane çivisi çıkmış, kırık ya da çatlak ahşap basamak görmediğimizi de mutlaka belirtmeliyiz!
             





   Her gölün giriş ya da çıkış bölümüne konulmuş tabelalarla yüzey genişliğini, suyun derinliğini, şelalelerin kaç metre yükseklikten aktığını öğrenebiliyorsunuz.



   Birbirine bağlantılı 16 göl konusunda, yürüyüşümüz sırasında bir ingiliz rehberin anlatımından ilginç bir nokta kulağımıza çalındı. Burada aslında 2 göl varmış, büyük bir deprem sırasında kademeli kırıklarla, şelalelerle bağlanan 16 göl oluşmuş...
   Zemin travertenlerle kaplı olduğu için su, cam gibi berrak! İrili ufaklı balıklarla sık sık göz göze gelip, yürüyüşünüzü yapabiliyorsunuz...
   İlk bölümden aşağı iner inmez tabelalar sizi Büyük Şelalenin dibine taşıyor, muhteşem görüntüler, en yüksekten dökülen bu şelale ile başlıyor!

   Parkurun kuzey ucundaki en alçak yerinden başlayıp 16 gölü, hiç rahatsız olmadan, güzel bir eğimle, yavaş yavaş tırmanarak keşfediyorsunuz. Her gölü birbirine bağlayan irili ufaklı sayısız şelaleyi görünce adeta büyüleniyorsunuz.
   Göller kimi zaman turkuvaz, kimi zaman zümrüt renginde!







    Çevre kayın, köknar ve ladin ormanları ile süslenmiş. Sincaplar, tavşanlar, yaban domuzları, kurtlar, geyikler ve ziyaret saatlerinde pek görülmese de boz ayılar milli parkın doğal nüfusunu oluşturuyor. Biz bol bol balık, birkaç sincap ve fındık faresi görebildik.





  Unesco'nun dünya mirasları listesinde yer alan Plitvice, aynı zamanda Hırvatistan'ın ilk, en eski(1949'da kurulmuş) ve en geniş milli Parkı. Göller, milli park genel alanının %1'inin bile altında!

   Burada da tabii ki yasaklar var. Canlı bitki örneği almak, hayvanları beslemek, yüzmek, çevreyi kirletmek, çöp kutuları dışında bir yere çöp atmak ve belirlenmiş parkurların dışında gezinti yapmak kesinlikle yasak!



   Parkur, öyle başarılı hazırlanmış ki, tam yorulacakmış gibi hissettiğiniz anda P3 limanındaki dinlenme alanına ulaşıyor. Burada ihtiyaç gideriyor ve elektrikli tekneye atlayıp, sessiz ortamda büyük gölü yarım saatte geçerken, aynı zamanda dinlenme şansı buluyorsunuz...





 Sonra yeniden yürüyüş ve 3 numaralı istasyonda bir dinlenme alanı daha! Biz, zorluk derecesi en yüksek ikinci parkuru, büyük keyifle tamamladık. 3 saat 45 dakikada C rotasını 8900 metre yürüyerek bitirmiştik.

    Dönüşte panoramik trenle 1 numaralı istasyona kadar, yine güzel manzaraları içimize sindire sindire indik. Bu noktadan 1 numaralı kapı 1200 metre mesafedeydi, yolda gördüğümüz mağarayı merak edip, mağaranın içinden yeniden göller bölgesine inince bu mesafe, yaklaşık 2 kilometreye çıktı.



Sabah 08.30'da başladığımız bu muhteşem yolculuğu öğleden sonra 14.30'da tamamlamıştık. 11 kilometre yürümüş ama manzaralara doyamamıştık.     
        
    Anlatılmaz, yaşanır dedik ama özeti bile bu kadar sürdü! Plitvice, Hırvatistan'ın en büyük şanslarından biri. Onlar da bu şansı çok iyi değerlendiriyor!
     Mutlaka görmelisiniz...
   



    
03.08.2019
GÜVEN GÖKTAŞ
SPOR SPİKERİ
SPORTS COMMENTATOR