31 Temmuz 2019 Çarşamba

KARAVANLA AVRUPA 9 İTALYA / VEZÜV

   Pompei ile Vezüv’ün arası, tarihi facianın etkilerinden de tahmin edebileceğiniz gibi fazla değil. 15-20 dakikalık bir otomobil yolculuğu ile ulaşıyorsunuz. Ama ben, yol üzerinde bir “Karavan Market” görünce planlar bir anda değişti ve biraz da zaman kaybederek ulaşabildik.
    Karavan Market, bizim için sıradışı, İtalyanlar için ise çok doğal bir alışveriş yeri. O kadar çok karavan satış yeri var ki! Onların yaşamının bir parçası karavan... Uğradığımız bu marketten, bizim için çok gerekli eşyalar aldık, en önemlisi bizim Ducato ile tam uyumlu, ön camı ve yan camları dışarıdan bire bir kaplayan güneşliklerdi, birkaç küçük aksesuarın yanı sıra bu seyahatte önemini anladığımız,rampa- takozlardan da satın aldık. Bunlar hem karavanın eğimli zeminde düz durmasını sağlıyor, hem de yokuş aşağı park ettiğinizde, güvenlik için çok önemli bir işleve sahip.
   Alışverişimizin ardından, dar ve virajlarla dolu “Vezüvius” yoluna yeniden koyulduk. Napoli’nin 8 kilometre güneyindeki Vezüv yanardağı zirvesinin yarı yolunda konaklayıp, geceyi, güzelim Napoli körfezi manzarası ile geçirmeyi planlamıştık. Evdeki hesap bir kez daha çarşıya uymadı!  Park4night uygulamasındaki yorumlar ve tavsiyeler aracılığı ile bulduğumuz park alanı, 3 restoranın tam ortasındaydı. Görüntü, tahmin edilebileceği gibi muhteşemdi. Ancak, birkaç sorun vardı, park alanı biraz gürültülü ve aşırı tozluydu, ayrıca işletme sahipleri, doğal olarak Napoli manzarası tarafına park yapmamızı istemiyorlardı. Buna bir itirazımız yoktu, ama gösterilen yerde konaklamak, yol gürültüsüne daha da fazla maruz kalmak anlamına gelecekti! Bu arada, birlikte seyahat ettiğimiz Şanal-Sebahat GÖRGÜN çifti, araba üstü çadırda kaldığı için, Duş- Tuvalet gibi ihtiyaçlarını giderecekleri kamp yerlerini tercih ediyorduk.

Buradaki restoranlar kapandığında, böyle bir imkan bulmak da olanaksızlaşıyordu... Öte yandan, tarihte böyle büyük bir ün yapmış Vezüv’ün de öyle ahım şahım bir dağ olmadığını hatırlatmalıyım.



   Ağrı’yı hiç hesaba katmıyorum, Türkiye’de Erciyes, Uludağ, Hasan dağı gibi dağları düşününce deniz seviyesinden 1281 metre yükseklikteki zirvesi ile bizim İncek’teki evimizden biraz daha yüksekte olan Vezüv, bu ününü hem Avrupa anakarasında hala aktif olan (en son mart 1944’ te patlamış) tek yanardağ olmasından, hem de denize çok yakın olmasından alıyor bence!



    Böylece planımızı değiştirdik. Vezüv’den Napoli’yi görerek sabahlamak yerine, gündüz manzarasında bir yemek yiyip, yola devam edecektik. Üç restorandan, en yukarda olanı -müşteri sayısının çokluğu ve niteliği ile- bize daha çekici geldi. Orada, uzun süre beklememize değecek lezzetteki deniz mahsullü pizzamızı yedikten sonra yeniden yola çıktık.
    Şimdi yolumuz Roma’ya çıkacaktı! Her yolun çıktığı gibi...



  29.07.2019
GÜVEN GÖKTAŞ
SPOR SPİKERİ
SPORTS COMMENTATOR

27 Temmuz 2019 Cumartesi

KARAVANLA AVRUPA 8 İTALYA / POMPEİ !

 POMPEİ... ÇOK FARKLI!

      Bu seyahati planlarken, en çok önem verdiğimiz yerlerden biriydi Pompei! Hep gizemlidir yanardağ öyküleri. Bu belki de onların en çok merak edileni, en çok öğrenilmesi gerekeniydi. Vezüv yanardağı(onların söylemiyle Vesuvius), sanırım Türkiye’de bizim yaş grubumuzdaki insanlar için ayrı bir önem taşır. Reklamlarda bile çok fazla kullanılırdı Vezüv adı... Bizim Ağrı ve Erciyes’i düşününce, o denli yüce görünmüyor insana. Ama tarihteki yeri anlatılabilir gibi değil!
     Pompei ile ilgili bilimsel olduğu iddia edilen yazılarda bile o kadar çok hurafe var ki, inanamazsınız! 
     En az üç kaynaktan okuyup, öğrenip kendi kararınızı vermeniz gereken konulardan biri Muhteşem Pompei’nin yok oluşu... Bunu tanrının gazabı olarak gören çok insan var. Biz de okuduğumuz yazıların bir çoğunda bu düşüncelerin yansımalarını gördük. Ama biraz derinine inince, o dönemde 20 bin kişinin öldüğü iddia edilen Pompei’de aslında 2 bin kişinin yanardağ faciasında yaşamını yitirdiğini öğrendik. “Asillerin” daha önceden farkedilen yanardağ hareketleri ve küçük depremler üzerine kenti terk ettiği, onların mal varlığını korumak üzere geride bıraktığı kölelerin bu faciada öldüğü bir başka gerçek... Bazı yazılarda 200 bin kişinin hayatını kaybettiği bile iddia ediliyor!
    Yanardağ püskürmesi sonucu “fotoğraf karesi” gibi, hatta yüzünde o anın ifadesini taşıyan insanların “heykel gibi, taşlaşmış” görüntüleri aklımda yer etmişti. 2 bin yıl boyunca küller altında kalıp, tesadüfen yeniden bulunan Pompei, gördüğüm antik kentler arasında, en çok korunmuş olanı.

İki saate yakın, kızgın güneş altında yürüdük ama tamamını göremedik. Sanırım 2 gün ayırsak yine yetmeyecekti...



    Caddeler, sokaklar, kavşaklar, yollar, hamamlar, arenası, kanalizasyon sistemi, dükkanlar, genelevler, Muhteşem manzaraları ile zengin / asil’lerin villaları...

   Sanki zamanda yolculuk yapıyorsunuz! “Keşke Anadolu’da da bu denli korunmuş tarihi kentler olsaydı” diyoruz içimizden!
    Taşlaşmış cesetler, Pompei antik kentinin birkaç noktasında, camekanlar arkasında sergileniyor.


   İşin aslı şu;  bölgede kazı yapan bir italyan arkeolog küller arasında farklı boyutta yerler görüyor, ve o yerlere çekiç benzeri aletlerle vurunca sanki boşluktan gelen bir ses duyuyor. Dahiyane bir fikirle, küçük bir delik açıp, sesin farklı geldiği yerlere sıvı alçı dolduruyor. Sonuçta alçı taşlaşınca, üzerindeki lav külleri kırılıyor ve alttaki insan cesetlerinin alçıdan heykelleri ortaya çıkıyor. Hem de öldükleri andaki yüz ve beden ifadeleri ile!
 
    Yanardağ faciasının milattan sonra 70 yıllarında , ağustos ayının ortalarında yaşandığı tahmin ediliyor. O dönemde, Pompei o kadar revaçta ki, bütün asiller, tüccarlar oraya akın etmiş. Kendilerine birer mülk edinmiş. Günümüzün Nice,  Monaco ya da Florida’sı gibi... İhtişamlı bir yer. Zevkin ve dönemin koşulları içinde lüksün sınırı yok!
  
   Pompei antik kentini gezerken, bunların hepsini hissedebiliyorsunuz. Örneğin buluşma noktası belirlemek için, farklı sembollerle yapılmış çeşmeler var. Bir kanalizasyon sistemi var.

    Evlerden caddelere, kanallarla akıtılan dışkı atıklarına, insanların ayakları temas etmesin diye caddeleri geçerken 30 cm yükseklikte yapılmış, dip dibe kaldırım taşları var.
   Sonuçta, mutlaka gezip görülmesi gereken bir yer. Ama sağlıkla, yüksek enerji ile ve mümkünse aşırı güneş almadığı bir zamanda...
   
    Biz Pompei antik kentini gezmek için 15’er avro ödedik. Eğer yaz döneminde gidecekseniz, mutlaka ince, pamuklu ve hafif giysiler, yanınızda yeterince su bulundurmanız (bu arada tarihi çeşmelerden, yeterli serinlikte su bulmanız da mümkün) gezinizin süresine göre enerji toplamak için yiyecek, şapka, şemsiye gibi yardımcı ekipmana ihtiyacınız olabilir.
     Pompei tarihi kenti ziyaretinin ardından çok acıkmış ve susamış halde, çıkış kapısının karşısındaki Suisse restorana gittik. Biraz dinlendikten sonra yiyecek ve içecek sipariş ettik, İtalya’da o ana kadarki en pahalı siparişlerimizi verdiğimizi yaklaşık yarım saat sonra anlayacaktık...
    Bu arada Pompei antik kentinin girişinde 3 tane karavan parkı ve otopark var. Biz en baştaki Pompei kamping’e girmiş bulunduk. Aslında internette yapılan yorumlara bakarsanız, “yok birbirinden farkları” ... Girişte, bizim yol üzeri tesislere, el kol hareketleri ile çağıran çığırtkanların aynısından var!
    Zemin toz içinde, gölge yeterli değil-ki böyle sıcakta ağaç gölgesi çok değerli- Bir de işletmeci ablalar var ki, dillere destan! Asık suratları ile, sıfır İngilizce ile, her şeye “hayır”diyerek, kampingi “güzelce” çekip çeviriyorlar! Çünkü, başka şansınız yok!
     Biz de ne yazık ki öyle yaptık, dibimizden geçen trenin gürültüsünde, tozlar arasında, temizliği şüpheli tuvaletleri kullanarak geceyi sabaha bağladık, Vezüv eteklerini hayal ederek ertesi günü planladık...
   23.07.2019
GÜVEN GÖKTAŞ
SPOR SPİKERİ
SPORTS COMMENTATOR

KARAVANLA AVRUPA 7 İTALYA / SALERNO-SORRENTO

Bölüm 7 SALERNO-SORRENTO


    İtalya’nın güneybatı kıyılarından yavaş yavaş kuzeye gitmeyi planlamıştık ama sanırım biraz hızlı çıktık... Alberobello’dan Salerno’ya müthiş manzaralar eşliğinde, hayatımızda gördüğümüz en çok viyadük ve tünel kullanılmış yollardan giderek ulaştık. Yunanistan’da yapıldığı gibi, her 40-50 kilometrede bir para da almadılar. Hatta,  “bu yolları, viyadükleri, tünelleri ve tesisleri yapmışlar, para almayı da hak ediyorlar.” dedik kendi kendimize... Karadeniz sahil yolunu da sık sık andık... Karadeniz’de, italyanların bu rotada yaptığı gibi bir otoyol yapılmış olsa, hem doğayı bozmaz, hem doğa turizmine büyük katkıları olur, hem de çook uzun yıllar minnetle anılırlardı! Yollar, tepeler üzerindeki küçük, tarihi ve şirin kasabaları ile manzara öyle çekiciydi ki biz de bol bol fotoğraf ve görüntü kaydetmeden duramadık...

    Amacımız Salerno’ya en yakın yerde kalıp, kenti (özellikle Bizans tarzı Bronz kapıları 1099 yılında istanbul’da dökülüp getirilen) katedrali görmekti. St. Matthews katedrali 1084 yılında yapılmış. 



 İtalya’daki en güzel ortaçağ katedrali olarak kabul ediliyor ve İtalyan rönesansını simgelediği söyleniyor. 2. Dünya savaşında, 1980 depreminde büyük zarar görüp, aslına yakın şekilde yenilenmiş. Salerno’nun simgesi olan, Vatikan dışında bir Papa’nın(7.Gregory) mezarının yer aldığı tek yer... 56 metrelik Arabik-Norman tarzındaki İlginç kulesi ile dikkat çeken katedral, beklediğimiz gibi etkileyici bir yapıydı.
   
    Salerno şehri, açıkçası bize çok çekici gelmedi. Konakladığımız Camping Salerno Lido da öyleydi. Temizlik konusunu biraz es geçmişlerdi. Sahil, bizdeki halk plajlarını andırıyordu, paralı duşta sorun yoktu ama deniz kıyısındaki ip gibi akan duşu kullanmak çok zordu.

    İtalya’ya gidecekler için önemli uyarı; klozetlerde artık kapak kullanmıyorlar. Buna göre ya klozet kapak kağıdı ya da bol tuvalet kağıdı bulundurmalısınız. Tuvaletlerde sabun, kağıt, kağıt havlu da beklemeyin.
   Kent çok çekici olmayınca, bizim de batıdan kuzeye yönelişimiz hızlanmıştı, ertesi gün Salerno’dan Sorrento’ya geçtik, İtalya’da onca yol yapıp, ilk kez 2,20 Avro’luk otoban parası ödemiştik, ancak kuzeye çıktıkça ödemelerin artacağını henüz tahmin edemiyorduk, artsa da Yunanistan’dakini asla bulmayacaktı...
   Salerno’dan Piano de Sorento’ya Vezüv yanardağı ve pompei manzaralı, bol virajlı ve çok dar yollardan geçerek ulaştık... Sanırım bu seyahatte -ŞİMDİLİK- geçtiğimiz en uzun tünel de bu yoldaydı, 6 kilometre civarındaki tünelin içindeki iniş-çıkışlar, dönüşler fazlasıyla dikkatimizi çekti. Trafik de çok yoğundu.
   Piano de Sorrento’dan itibaren, İtalya’nın “Pahalı” kampingleri gerçeği ile göz göze geldik. 
   
   Sunulanları düşünüp, aldığınız hizmet çok zayıf olunca, kamping için neden bu kadar para istendiği konusu tabii ki aklınızın bir yerine takılıp kalıyor...
    Yavaş Sorrento, ya da bilinen adıyla Piano di Sorrento’da kampinge yerleşir yerleşmez yürüyüşe çıktık.

    Çok keyifli, sessiz bir kasaba. Manzara öyle güzel ki, sözcüklere dökmek çok zor. Ancak fotoğraf ve görüntülerle anlatabileceğimizi düşündük.





   Denize çok dik, duvar gibi kayalıklar üzerine kurulmuş, daracık yolları ile her ne kadar turizm zengini olsa da, yaşayanlar için zor bir şehir olduğunu düşündük Sorrento’nun... 



  Ama o güzel marinasında denize girmek de büyük keyifti. Deniz seviyesinden yaklaşık 100 metre yukarıdaki asıl yerleşim yerinden plaja inmek tabii ki çok zordu. Bu yorucu yolu yürümeyi, (ya da tırmanmayı)tercih eden gençler de vardı! Biz yaşımız gereği, 50’şer sent verip, denize inen asansörü kullanmayı tercih ettik. Buradaki su altı, seyahate başladığımız andan itibaren gördüğüm en zengin ve temiz olanıydı.
    Bir geceyi daha, Görgün ailesi ile yine çok keyifli bir sohbetle geride bırakırken, sonraki günkü hedefimiz, çok merak ettiğimiz Pompei’ydi...



21.07.2019
GÜVEN GÖKTAŞ
SPOR SPİKERİ
SPORTS COMMENTATOR

23 Temmuz 2019 Salı

KARAVANLA AVRUPA 6 FERİBOTLA İTALYA'YA GİDİŞ

BÖLÜM 6- 19 TEMMUZ, PATRAS/BARI FERİBOT

     Feribotla İtalya! yolculuğumuzun beşinci günü.

    Aigia’ya 45 kilometre mesafedeki Patras limanından Bari’ye gideceğimiz Feribot akşam saat 18’de hareket edecekti... Öğlen saat 13’te çıkış yapmak Feribot saatimiz için çok erkendi ve Yannis, birşeyler yiyip içmemiz durumunda daha geç çıkabileceğimizi söyleyince dediğini yapıp saat 14.30 sularında yola çıktık.
   15.30’da Patras limanından -daha önce internet aracılığı ile ödemesini yaptığımız- biletlerimizi alıp, karavanımızı sıkı bir güvenlik kontrolünden geçirerek Feribota bindik...Feribotta araçları titizlikle kontrol edip ve milimetrik düzenle yerleştiren görevlilerden biri, bizi türkçe komutlar eşliğinde “manzaralı” bir noktaya yerleştirdi. Biz de yanımızdaki kavala kurabiyesini onunla paylaştık...


    Akşam gün batarken, İyonya denizinden Adriatik’e çıkıyorduk ve “Süper Hızlı” feribottan gün batımını izlemek gerçekten büyüleyiciydi. Feribot öyle hızlıydı ki, güverteye çıkınca rüzgarından fazlasıyla etkilenip, tekrar kapalı bölüme dönmek zorunda kaldık. Her türlü imkanın sağlandığı feribotta güzel zaman geçirdik. Beraber seyahat ettiğimiz Görgün ailesi ile camping on board bölgesinde, biz bize yaptığımız sohbet de çok keyifliydi.




    Feribot, gece yarısı İgoumenitsa limanına uğrayıp yolcu bindirip indirerek, rotasına devam etti, sabah yerel saat ile 09.00’da Bari’ye ulaştık(saatlerimizi bir saat geriye almayı unutmadık). İlk binmenin, iniş anlamında tahmin edebileceğiniz 
gibi bir dezavantajı da var, feribottan en son ayrılan araçlardan biri bizim ...
    Feribotta elektirik bağlantısı yapmaya çalıştık, bizim fiş’ler italya’dan itibaren adaptörsüz kullanılamıyor “Marine type” olarak adlandırılan 3 ayaklı fişlerden edinmeniz ya da bir adaptör bulmanız gerekiyor.
Gemideki görevlilerden biri, ayrılmadan iade etmem kaydı ile bir adaptör verdi ve böylece yaşam akümüzü doldurarak yolculuğumuzu tamamladık.
    Bari’den çıkar çıkmaz ilk hedefimiz Monopoli’ydi. Otobanda güneye doğru çok fazla trafik vardı, ve İtalyanların yazlıkçıları olduğunu düşündüğümüz bu arkadaşlar yüzünden yaklaşık 1 saat daha uzun süren bir yolculukla Monopoli’ye ulaştık.

    İlk iş olarak İtalya’nın en büyük mobil telefon şirketi TIM’in bir mağazasından 27 Avro karşılığında 40GB’lık internet satın aldık. Eğer simkartınız varsa, kampanya aslında 10Avro’luk ancak, yeni abonelik, simkart ücreti vs. eklenince bu fiyatı buluyor. 4 kişi benim telefonumdan interneti kullanmayı planlamıştık.
    Monopoli çok eski ve şirin bir kent.





 Dışardan pek çekici görünmüyor ama özellikle tarihi kent merkezi görülesi güzellikte. Tam o bölgeyi gezerken, bir de italyan düğününe rastlamamız pek hoş oldu.





  Öğle saatlerini tarihi Monopoli sokaklarında gezerek geçirince bir anda çok acıktığımızı anladık, önce çok şık bir meydanda, bir aile işletmesinin kendi yaptığı dondurmalardan tattık, muhteşemdi. 



   Bir süre sonra, bulduğumuz ilk pizzacıya girdik ama pizzalar tam bir hayal kırıklığıydı! 





İtalya’da kişi başı alınan “kuver” parasını da notlarımıza yazmamız lazım, hesap ne olursa olsun 2 ile 4 avro arası kuver parası ödüyorsunuz...
    Monopoli ile vedalaşıp, doğal güzellikleri ile dikkat çeken dar bir yolla Alberobello’ya geldik. Alberobello’nun en büyük özelliği Trulli evleri... Yapısı, bizim Harran evlerini çok andırıyor ama bu evlerin kukuletaya benzeyen kubbeleri taştan! 
1300’lü yıllarda Yerel yönetim halktan çok yüksek miktarda emlak vergisi isteyince, bölge halkı çareyi bu evleri yapmakta bulmuş. Vergi memurları geldiğinde, evlerin çatısındaki taşlar sökülüyor ve “burası ev değil, gördüğünüz gibi çatısı yok, bunlar ağıl” denilerek vergiden kurtuluyorlarmış... Böylece Trulli mimarisi diye bir tarz doğmuş. 
   
   Ayrıca, haçlı seferleri sırasında yolu anadoludan geçen italyan askerlerin, Harran evlerinden esinlenerek bu mimariyi ortaya çıkardığı söylentisi de var.
     Öyle ya da böyle, Trulli evleri Unesco tarafından korunmaya alınmış ve yerel halk için azımsanmayacak gelir getiren bir sektör oluşturmuş.
     Alberobello’nun merkezinde, Trulli’lerin en yoğun olduğu bölgede bir otoparka girdik, otoparkçılar gram ingilizce konuşmuyordu ve görüntüleri bizim eski deynekçileri andırıyordu. Elektrik için adaptör sorduk (işaret dili ile) ilk ikisi yok derken, üçüncü görevli hemen bulup verdi. Hedefimiz akşam şehir dışında bir kampingde kalmaktı. Park yerine karavan ile giriş çıkış parası 10 avro olunca, 8 avro daha ödeyip, orada sabahladık. Akşam bastırınca “sivrisinek”acı gerçeği ile karşı karşıya kaldık. 
     Alberobello’nun masalsı ortamı, akşam aydınlatmalarla daha romantik bir hal almıştı, kilisenin dış duvarındaki ışık gösterileri de geceye ayrı bir renk katıyordu... 



20.07.2019
GÜVEN GÖKTAŞ
SPOR SPİKERİ
SPORTS COMMENTATOR